Hac nedir?

Hac, fiziki gücü ve maddi imkanı olan her Müslümanın, Kur’an ve Sünnet uyarınca yerine getirmekle yükümlü olduğu bir dini hizmettir. Hac aynı zamanda İslam’ın beş şartından biridir. Peygamberimiz (s.a.v.) hayatında bir kez Hac yapma fırsatına sahip olmuştur. Bize Hac ibadetini de gösterdi ve öğretti.

Bismillāhirrahmānirrahīm [Im Namen Allahs, des Erbarmers, des Barmherzigen] „İnsanlara hac ibadetini duyur; gerek yaya olarak gerekse yorgun argın develer üzerinde uzak yollardan gelerek sana ulaşsınlar."

Sure Hac, 27. Ayet

“Kim hacca gider, kötü söz söylemekten kaçınır ve büyük günah işlemezse, doğduğu günkü gibi tertemiz ve günahsız olarak (yuvasına) döner."

Peygamber Efendimiz (s.a.s.)

Buhari, Hac, 4; Muhsar 10

İbrahim Peygamber (a.s.) tüm insanlığa bir çağrıda bulunarak onları Kutsal Beldeleri ziyaret etmeye davet etti. Onlar da bu daveti kabul ettiler. Kutsal mekânları ziyaret, yani Hac, aslında Hazreti Âdem’e (a.s.) kadar uzanır ve zamanla insanlar arasında yayılır. Müslümanlar hicretin 9. yılında bu çağrıya karşılık verdiler ve O zamandan beri onlar da buna uyuyorlar. Sanki bir ağızdan bu davete cevap yankılanıyor: “Lebbeyk allahümme lebbeyk…” – işte buradayım Allah’ım, Senin hizmetindeyim!

Labbayk allahumme labbayk …“ – İşte buradayım Allah’ım, emrindeyim!.

Onlar da yüzyıllardır Adem’in (a.s.) bağışlandığı ve İbrahim’in (a.s.) tövbe ettiği yerleri ziyaret etmişlerdir. O zamandan beri onlar da günahlarının bağışlanmasını ve kabul edilmiş bir haccın sevabını bu ilk ibadet mekânında ummaktadırlar.

Allah Kâbe’yi kendi evi olarak ilan etti ve böylece onu yüceltti. Ancak hepsi bu kadar değildi: Kâbe’nin çevresi, bir bütün olarak Kutsal Yerler de Kutsal Bölge ilan edildi. Buraya yönelen her mümin aynı zamanda Allah’a da yönelmiş olur.

İnananlar, tüm dünyevi rütbe ve konumlarını bir kenara bırakarak, kendilerini eşitler arasında eşit kılan bir giysiye bürünmüş olarak, kardeşleriyle birlikte Kutsal Mekânlara girerler. Sınırları bizzat Cebrail (a.s.) tarafından çizilmiş olan Kutsal Bölgelere giderler ve burada Kıyamet Günü’ndeki toplanma için gerçek bir deneme yaşarlar.

Allah’ın kulları, O’nun evinin etrafında döndüklerinde Allah’a teslimiyetlerini tam anlamıyla gösterirler. Ve duaları yalnız kalmaz: Mukarrabun melekleri de buraya katılır ve böylece müminleri saflarına kabul ederler. Kâbe’nin her tavafında mümin mesafesini korumayı öğrenir. Ve sonuncusunda, yedinci tavafta, tam anlamıyla hazza ulaşmayı umar. Güneşin etrafında dönen gök cisimleri gibi, aşk ve yakınlık içinde Allah’ın Evi’nin etrafında olabildiğince sık döner. Allah’ın kendisini kendilerinden razı olduğu kimselerden sayacağı umuduyla.

Safa ve Merve arasındaki her adımda, o da merhametle hareket eden bir annenin – Hacer annemizin – endişeli koşuşturmasını yaşar. Burada da emeğiyle Allah’ın rızasını umar.

Kelimenin tam anlamıyla beyaz bir kefen gibi olan ihram elbisesine büründüğünde, Arafat’taki Mahşer’in daha çok farkına varır. Burada Allah’tan bağışlanma diler.

Mina’da İbrahim (a.s.)’ın Rabbine verdiği sözü hatırlar ve Allah’a sadakat konusunda Hazreti İsmail (a.s.)’ın yanında olduğuna bir kez daha şahitlik eder. Attığı her taşla içindeki şeytanı taşlar. Ruhunun başka türlü taşıdığı tüm hastalıkları geride bırakır.

Mümin, Haç sırasında yaşadığı tüm bu yoğun deneyimlerden sonra yeniden doğmuş gibi geri dönecektir. Bundan sonraki hayatında burada edindiği izlenimlerden beslenecektir. Burada kazandığı yeni farkındalık, hayatının geri kalanında ona yoldaş olacaktır. Çünkü Allah’ın yardımıyla Peygamber Efendimiz’in şu müjdesi onun için geçerlidir:

Peygamber Efendimiy (s.a.s.):
Hac, İslam’ın beş şartından biridir.

Buhârî, Îmân, 1, 2; Muslim, Îmân, 19-22; Tirmizî, Îmân, 3